12 Aralık 2010 Pazar

Unutmanın suları.



Sanırım bir tesadüften bahsetmek istiyorum. nasıldı yani.. nasıl bakıldı o an. hatırlayamıyorum. Kim istedi bunu.? başka bir kıvrımı kavramışken.. ne fark eder ki kimin istediği.. sanki bütün buzullar erimiş kafama dökülüyordu,bu yetmedi gözlerimi çekmeme. Beynim gözlerime hakim olamadı o an. Yüzündeki kahkaha,mutluluk ; silinmeyen en büyük kare.
5 saniye. toptam 5 saniye. kan hızla çekildi, hissettim. Bilinç yarılmanın girdabına girdim o an. kaçışını önceden planlamış gibi hızlı adımlarla yürüyen o kaldı birde adımlarda. bu kadar korkunçmuydum?
Hedefi,deney çağrılarının ve kötü son deneyiminin sonuçlarını,olabildiğince zengin ve tam olarak ortaya koymaktı
Dolayısıyla,artık her şeyden önce kaçınılması gereken,değerlerinin sınanması,şeçilmesi,eleştirilmesidir. eleştirememiştim bile o an..
bunlara karşı çifte bir duvar ördüm: yavaş yavaş ve sınaya, yanıla, aranıp bulunmadığı,tersine,tanrısal bir kaynaktan,bütün,tarifsiz olarak bir mucize bekleme duvarı.. gerçekleşmedi. kaçışı çok kısa ve hemen oldu çünkü.
Ey ruhum! anlıyorum hüznünün gülümseyişini. aşırı acın, şimdi kendiliğinden uzatıyor özlem dolu nefretini..
her ağlayış bir yakınma değil midir?ve her ağlayış bir suçlama?
Ey ruhum! derdini dökmektensen o an koca kalabalığın içinde kaçışını izlerken gülümsemeyi yeğledin..
Ey ruhum! giden gitti,tek başına da değildi. şimdi her şeyimi,elimde son kalanı da verdim sana ve ellerim boşaldı. senden istedim ya şarkı söylemeni, bak, buydu elimde son kalan!
Yoruldun mu şimdi? sanırım herkes yoruldu,dahada çok yorulacağız. yol, sonu olan şeydir. son'lu şeylere inanalı dünya dahada mükemmelleşti.
Susuyorum,sadece susuyorum,yakınımız da göremediğimiz ve hep uzaklarda aradığımız hayatın mucizelerini düşünerek susuyorum. Ve gün ışığının aydınlattığı odamda kendimi iyi hissediyorum.O bilge gülümseme gelip yüzümü okşuyor. Bir an,çok kısa bir an bağışlıyorum kendimi ve fark ediyorum bende bile, bir öteki ben olduğunu..
Oysa ki o, tesadüfümüzün yaşandığı tam o dakikalardan sonra,kaçtıktan sonra,şaşkın,korkmuş, 5 saniye önceki mutluluğunu gördüğümü hatırladığı an ; Unutmanın suları arasında, boğularak sürüklenip gitti benim için...
-23/12-

27 Kasım 2010 Cumartesi

Eylülonüç2010


Bu bir ilk.ilk yazı.ilk çizgi.ilk sen. çok geç oysaki.Sen hikayenin sonundasın,bende en başında kaybolmuş durumdayım.
yazarlarımız çok farklı.baskılarımız,mürekkeplerimiz bambaşka.
Ama iki hikayeninde son cümlesi daha belli değil.ikisininde son cümlesi daha yazılmamış... Tek ortak yanlızlığımız,tek ortak eksikliğimiz sanırım bu,en önemlisi..
Sayfalarını karıştıramıyorum..açılacak bir kapağımız bile yok.Sonumuzun daha yazılmamış olması tesadüfü birleştirdi bizi,bakıştırdı,hissettirdi.
velakin korkuyoruz. senin bakışların,benim kalbim titrek .. ve kaygılı.
hala kaybettiklerimizi mi arıyoruz? sonumuz olmadan neyi bulacağız ki..
sen,bütün satırlarımda iz sürdün oysaki.
Ve,gördüm ben senin bütün yaralı,mutlu,ağlamaklı,gülümseyen,isyan eden... sayfalarını. tam aynı sayfada ellerimiz buluştu.
parklarının arasında sarılan kağıt,aralarından dökülen tütünler, bir kaç dakika titreyen bakışların arasında; inanç hiç yoktu. hiç düşünmemişti bu aklım ilk kez baktığında bu kadar yanlızlaşacağımızı.. hiçte yanlız değilmişiz gibiydik oysaki.
Bana dokunan sendeki boşluk olmuştu sanırım.. en realist ve kandırma ruhun karıştığında silip attın bütün hepsini. ve bir yaz akşamındaki bana hissetiren ufak şey toz oldu zihnimde.. her bakışımda sadece şekildeN öteye geçemeyecek.
Sadece gün batımında deniz kokusuyla çay içecektik...
yıllarca, gerçekleşemeyen geçmiş zaman ekinde kullanmak zorunda kalacağım bu cümleyi ben büyürken...

7 Ekim 2010 Perşembe

Ve son.


Şu insanlık ne acayip bir muamma ya rabbi
yoksa,ayrılığın gelip çattığı gün,acıların birbiri üstüne yığıldıkları birgün mü olacak?..
Ne kötü bir cevaptır; "hayır". aşama aşama yukarılara doğru çıkarken bir anda aşağı çakılmak ... en aşağıdayken bile hala bu acılara devam edip bir parmaklık kalan boş yere çakılmayı beklemek. ne acı bir bekleyiş. kalkışı varolan mı? kalkışı yokolan mı? bilmeden.. umutların gidişini izlemek. elinde olmadan. bu kez en çok hatalarla..
Hiç zaman olmaz mı,geri gelmez mi..
o günleri bir daha geri vermeyecek ama yıllar..
bir istasyon gibi o. herkes gelip geçiyor ama bekleyişler aynı yerde hep.. hiç bir zaman sonuç bulmuyor.
evet..bir kayıp kızıydım .. bakıyorum ki hala da kayıp kızıymışım.
ah bahtım! hala bırakmıyor peşimi. küpe çiçeğini seviyorum artık. onun yanlızlığına bakarken şimdi aynı duyguları paylaşıyoruz..
Ne kadar arkalarını dönüp giderlerse gitsinler.. o ilgisizlik insanı alıp bir muallağın ortasına da bıraksa aynı yanlızlıkla bakıyor küpe çiçeği. işte yine aynı duygularımız.. sanırım oda bunun için yaratılmış.
ne sabır ama!
hiç yüzünü güneşe dönmüyor. hep gidenlere bakıyor. ve bir gün geri geldiklerinde, acısı dahada artıyor... artıyor herşey artıyor ve, ısdırap.!

ıstırap artar ,artar ve insan onu taşıyamacak kadar çoğalırsa birden herşeyin o kadar da acı vermediği anlaşılır ..
küpe çiçeğinin yaprağına yazıp yolculuyorum bu notu;
Tüm gidenlere.!

Birden bire boşalan yolların ortasındayım,hedefler hep çok çok kolay olmuştuu.
korkma bebeğim hepsinin sonu ay ay aynı..çok yukarlarda biriymiş bunları yaptı.
birinin eksiği
birinin fazlası ...
ve giden için son kaLbimin titreyişi.

6 Ekim 2010 Çarşamba

Rüzgara kapılmış gidiyorum ben ...


Mutluluk başa sarınca bütün tütün damarlara geri yükleniyormuş sanırım. bir çarşamba günü, en ortadayım.. aslında 3 ekim 2010 anısına olmalıydı bu. yanlızlığın çuvalı o kadar ağırdı ki günler birbirni kovalarken bir köşede yanlızlığın rüzgarına karışmıştık sadece.. bir doğum günü. mutlu,sevinçli. ama bu bile kursağında kalınca insanın işte böyle kovalıyor garip türlü his'ler..
Daha dün bir derde üzülen insan onu geçmişte bırakmanın arefesinde yeni bir mutluluk gelip oturuyor hayatına,işte bunun da tam orta yerindeyken yeni bir dert olduğunu görüyor. "işe bak!" diyor.. ama bu kadar. devamı gelemiyor çünkü devam yok. çünkü,mutlulupu artık tanımlayamaz hale geliyor.
Çözmüşüm zincirleri..açılmışım denizlere,köpük köpük pupa yelken çekilirken sana doğru.
herşey yeni. herşey güzel.herşey farklı,heyecanlı. ben hiç böyle olmuşmuydum. hazır mıyım? -bilemiyorum..
anladığım birşey var kesin ; korkarım ki sen tam bana göresin.
Rüzgara kapılmış gidiyorum ben..
neolacak bu işin sonu?
ne olacağım ben.?

28 Eylül 2010 Salı

Acerbity


Kararsızlar okulunda yetişip parça ile ize tapan bizler,yanlızca vakaların önem taşıdığı klinik bir zamana aidiz.Bir yazarın sustuklarının,söylemiş olabileceklerinin,dilsiz derinliklerinin üzerine eğiliriz.bir eser bırakırsa,kendini izah ederse,tarafımızdan unutulmayı teminat altına almış olur. eğer biz bir yazar olursak bütün bunları göze aldığımız an neler hissedebileceğimizin toplamına "burukluk" desek az bir risk göze almış oluruz değilmi ..
sanırım ilahi adelette bunu ön görüyor. her zamanki gibi adeletsiz yani.!
ve birini gördüm o ; A.
bir gün burukluğun yazarı olacaksam teminat altına alıp onuda yazacağım. ve diğerlerinide.. onlar bunları hiç bir zaman okumasa yada hissetmesede anlamlı olacak olan .
muhtemelen A gitmek diyor bu yaptığım şeye,aslında adı güzele yürümek. ama bunu görmemesi yada görmemeleri "gitmek" kavramını canlandırıyor.
A; aşağılanmamış biri sanırım.
yani ; aşağılanmayı yaşamamış kişi,kendinin son raddesine gelmenin ne olduğundan habersizdir. sanki Tanrı olmaya niçin tenezzül etmemiş olduğunu kendine sorar sorar ve sorar gibi biri..
hangi çevçevede dönüyorsa yazarı olmamı engelliyor ve "burukluğu" yaşatıyor işte.
ey dostlarım! siz yaşıyor musunuz.. haberdar değilsiniz ki sizede bunu sorayım. siz nerelerdesiniz..
ve A'ya dönüyorum yüzümü.size bile seslenmeden. bir anda görününce ışık sanıyorum işte onu.
onu tanıdıkça aynı saplantıyı sürdürüyorum; hem kaygı hem tebessüm dolu bir şüpheyi muhafaza etmek istiyorum. ve sonunu bulamıyorum.başada dönemiyorum.
sadece kendimi,benliğimi düşünüyorum;
Daha ergenliğe yeni girdiğimde,ufuktaki ölüm beni kendimden geçiriyordu;onun elinden kurtulmak için ya geneleve koşturuyordum yada melekleri zikrediyordum. fakat yaşla birlikte,insan kendi korkularına alışıyor,onlardan kurtulmaya hiç kalkışmıyor. Uçurum'un içinde burjuvalaşıyor. Ve gözyaşı dökmek için mezarlarını kazan Mısırlı keşişleri kıskandığım zamanlar olduydsa da,şimdi kendiminkini kazsam ancak sigara izmaritleriyle doldururdum.

10 Eylül 2010 Cuma

Oysa ben ..


Ağlamaklı bir satır yazıyorum,siliyorum onu.
ikinci bir satır yazıyorum.siliyorum onu da.
çok karanlık bir andı. bu sefer hikaye daha yakın daha taze ama yorucu bir yoldan başlıyordu.görüyordum. denizin yanına doğru çekiliyor otobüs,sahil boyunca geçiyorum yukarı. çıktıkça zor bir rüzgar esiyor. kaldırımlar yukarı doğru çıkarken bastığım için uyarmak ister gibi beni, taşlarını oynatıyor yerinden.
sonra bir anda yumuşatmaya çalışırmış gibi düzlük oluyor rahat bir nefes çekiyorum ardından,derin derin sıkıntılı ama...
dahada rahalatmak adına yokuş aşağı kıvrılıyor bu sefer yol. ama hiç "his" vermiyor ki yolun zorluğunuda akıl unutmasın onuda silip atmasın diye. tenkin di belkide bu. tehlikeli belkide bu...
savaşın tam ortasındayken savaş başlıyor. tamda yolun giriş ağızında. açılıyor garip ama sıcacık bakışlar arasında. bir garip akşamda.
tutku hakim.tutukluluk hakim. varoluş ..
ve; firar!
dönüş kavramı zihni tam da ufak "koku" hisleri arasında terk ediyor sanki edebiyyen gibiymiş gibi.
aslında bunların oluşmasına sebep sert rüzgar, yokuş, iniş veya engebeli yol değildi. sessizce tükenerek yaşanan konuşmalar hiç değildi..
tek bir kez bakıştıran tek bakışı anlatan ; ne kadarda aynı anda yanlız-yapayanlız kaldığımızdı.. kimse anlayamazdı bunu. eğer karşılıklı aynı anda bunun içinde olup bakışmadıysan..
mutsuz..yıkık dökük olduğumuz tek bir ortak anda ..
"hepsini bulmak çokmu zordu gözlerinin limanında" diye bir haykırış istedim..
ey tutkunun kitabı;
hala birinci sayfadayım..
rüyamda boşluğa diyordum şöyle ;
" biliyorum adını artık her satırıma zikrettireceğim.
biliyorum beraber tükeneceğiz.
ve biliyorum başlangıç diye bir şey yoktur"

...ne kadar da zormuş kelimeler.. yazmaya kalkınca.
ne kadar da zormuş ..

20 Ağustos 2010 Cuma

Batı'ya yolculuk hikayesi(de) bitti.


Bu defa dünyaya dönmem zaman almadı. cebelleşen hazlar arasın yarışan izler ve hayallar eşliğinde..
saydım, saydım, birkez daha sayarkan uzunca biryol ve omuzları çıktı ortaya.
sadece yağrağın kıpırdamasıyla başlayan bir "haz" mıydı ki hemen teslim olduk..
otobüsteki "stop" duşuna basıp,hiç bu kadar hızlı ve cebelleşir bir şekilde inmemiştim sanırım.. benim zamana olan nisbetim zamanın bana hiç olamayacak olan nisbeti gibiydi.
bir budalanın elinde,güneşin önünde tuttuğu bir fener vardı. dediki "güneş fenerimin ışığını yok etti" içimden ; "güneşin karşısına geçen ne baki kalırki" dedim.. ve güneş oymuşcasına feneri alıp güneşin yerine koydum.
"ne,nasıl yani,aptalmıyım" diye düşünecek düşünce vaktim bile kalmamıştım. bakmıştım bir kere o zehirli gökyüzü gözüne..
duybak dedi;nediyor.
duyamadım.
"eğer sen olmasaydın nefsi bilemezdim" dedim.
"eğer nefis olmasaydı ben seni bilmezdim" dedi.
oysaki nefis bende törpülenmemiş o an onun nefsi ile beni kandırmışmıydı..
bununda, dönüş yolunda "stop" tuşuna en aheste ve yavaş basışlarımda hissetmiştim.
arkaya bakamadan arka yok olmuştu.
yollar alabildiğine düzdü.
Ve sonra ; varolma sıfatından hüzün meydana geldi. hiç gitmeyecek hüzün,gidenlerle birtürlü gönderemediğim,notlara sığdıramadığım,cebime sıkıştıramadığım..
rüzgar esti içime.. faydasız kaldı. fayda ararken içim..
Eğer rüzgar olmasaydı Maşukun saçları havalanmazdı.
Maşukta yüzünü aşığa göstermezdi.
aşk pişman oldu.
ve perişa olan aşk mısır'a doğru hareket etti.
sonunda; aşk dünya pazarına geldi ..

13 Ağustos 2010 Cuma

..ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş


Sevilmeyi hak etmediğini düşünen herkes yanlızdır. her seferinde yanlızmıyım. yoksa zaten yanlızlığa mahkummuyum.. biri varki "arsız" olmayı bilmiş.öğretmiş. sonra varlığın bütününe sahip olmuş. yalan söylemiş onca şarkı. "
hiç"; inanmışız.
Çocuk,
Her vedanın ardında bir bekleyeni vardır kimsenin bilmediği
Ve her gözyaşının altında bir dua kimsenin duymadığı
Çevir gökyüzüne başını.
Bakma arkana!
Daha sert basa basa, daha güçlü!
Anlat bu kara şehrin yollarına ak adımlarınla!
Gitmek yenilmek değil kazanmak da!
Gitmek gitmektir işte.
Hepsi bu.
evet,sahip olmak bu kadar kolaymış.bir bir dağılıyor herkes. "hareket vakti" diyemiyor ama kimse. bu dendiğinde herkesin tün sevdikleri derin ve tatlı bir uykuya dalmış olacak çünkü. o an herkes öğrendiği arsızlığı uygulayacak.
sen söyle Tanrım! daha büyük bir yokoluş olmaz değilmi.
bir melekte yok ki soralım.. herkes gidecek gibi durursa "Sen"i yada meleğini bulmaya mecal nerde olsun zaten..
savurdum yüzüme yanlızlığımı..ne yaptı bana,ne anlattı unuttum..

sildim yüzümden tüm yalanlarını bu şehrin
Topladım kalbimi cadde cadde sokak sokak
Kazıdım ayak izlerimi birer birer kıyı kaldırımlarından
Bakmadım yüzlerine hiç görmedim onları
bu kez ağlamadım bu kez git ..
Bu sahte baharlarla.Kıymetsiz dualarla...utanmaz yağmurlarla..
nereye gidiyorum ?
nereyemi.. gaipten bir ses verdi cevabı ;
"başa sarmaya,başa!"

1 Ağustos 2010 Pazar

Kaçış .!


Hafif bir mızıka, birazda gitar var kulaklarımda,
Beyoğlu ve arka sokaklarında.kendimi dinlerken,boş boş etrafı seyrederken sen geldin aklıma.kızıl gece ve ben seni düşündük bir an..aklıma gelişinin nedeni seninde boş oluşun muydu ?hani sende,senin boşluğunda dolmayı bekleyen biryer varya,orasımı dokunmuştu bana?
bencilliklerin bencilliklerimle yarışırken ne bekleyebilirdik ki birbirimizden?içimizdeki sıcaklığı bu küçücük zaman zarfında kaybetmiştik bir kere,kendimizi ateşe attığımız halde,eriyoruz! gizlice..
eksik olan bendeki senmi,yoksa sendeki benmi?bu galiba benim aşkımın kör noktası.
aşk fenerinin sönmüş kalperimizden çıkan,yanmış rüzgarlarla sönmesini izlmeke ne tuhaf! birde alev üzerine düşen gözyaşları mı..
belki kendimizi kandırmak arzusu bu,belki gidiş korkusu. hayat dediğimiz lakin işleyişini anlayamadığımız zaman akışında kandırıyor bizi,beni hoş vakitler geçirirkenki olduğumuz gibi.herşeyin bizi kandırdığı gibi. değil desem bende kanmış olmaz mıyım?
şuan yeniden yazılmayı bekleyen,yarıda kesilip bırakılan bir kitap gibiyim.ve beni bütün yarıda bırakılışlara tutkulu bırakan yazar.. bunu acı yanı; çaresiz olmak. ve çaresizlik ardından heryer toz olacak. sende toz olup gittiğin zaman en çok bu zamanlarımızı özleyeceğim.özlemek ise geri getiremeyen araç.!
benim hikayem bu zamanla merhemdi,usul usul geçti yaraların üstünden.
yan yana beni dinlemeyeceğim her söz yarım..idrak etmeden yaşadığımız zamanlar,beklemeyecek bizi hiçbir yerde.yaşayacağız yaşadığımızı fark etmeden.
oysa,sadece yaşadıklarımızdan dolan sandıklardır,bütün zenginliğimiz.
benim ağzımdan duyamayacağın her hikayem sana uzak olacak. oysaki duyduğun,gözlerime bakarak dinlediğin hikayem, benimle beraber ancak senin bir parçan olabilirdi.
şimdi ben dünyayı ikiye bölmek istiyorum,tam bu anda. gidişi olanlar ve gidişi olmayanlar.
gördün ve dokundun işte,eline aldın iz sürdün satırlarımda..
o zaman; artık hepsi tek başına senin hikayen. bensiz.
Yok olarak ... yokoluşu daha işleyememişken.
yok olarak ...

27 Temmuz 2010 Salı

tepkisiziz-tepkisizler-tepkisizsiniz-


ufak en ufak olanındabir tebessüm bekliyoruz..insanlık medeniyeti olarak. bakıyoruz. bakınıyoruz. tebessümün çıkacağı dudaklar şekil almış bile. sonunda diyoruz..
heyhat! oda ne! içten olmayan tebessümü hangi içtensiz bile içtenliğine kabul ettirebilir ki? çokmu zorlamış olmak gereklidir yada?
ey ilahi adalet sanamı soruyorum dersin.. ?
bir vaha'da kaybolduk.iz yok..tebessümlük çağrılar aramıyoruz artık. aynaya bakıp kendi tebessümlerinim izliyorlar.. bütün insanlarınkine eş değer tutulabilir.
sanırız çift taraflı olanların ki hariç..
eski palavraların gülüşlerimizden geçmesine izin vermiyoruz bir gayret.. akıl bunun peşini hiç bırakmayacak ..bırakmasın ki ;
kardeşim diyelim.. acılarımada kardeş olurmusun? ...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

böyle söyledi zerdüşt


"Mevlam görelim neyler,neylerse güzel eyler"
insan bu.. bazen kahinsezişiyle medeniyetin alacağı yolu kestiren;Gogol.
bazen bütün acıyı hayatın son demine getirip,koyu bir hesaplaşmaya giren;Tolstoy.
bazen hayatını paylaştığı insanın bir imza ile ayırıp hükümsüzleştirmesi üzerine bütün felsefeyi ve toplumsal algısının referansıyla "en köyütü yaşamak istiyorum,en karanlık karanlığı, en soğuk soğuğu,en geniş genişi,en yüksek yükseği,en yanlız yanlızlığı,en kayıp kaybolmuşluğu" diyen bir hatun;Gütoya Güreli olarak karşımıza çıksada, insan çıkışsız yollarda yol bulan,insan.
Gogol'un izinde Rusya sınırlarında;doğuya doğru,yol alırken, birdir bir oyununun ikinci perdesini seyrediyoruz...
Ve gördüklerimiz, okuduklarımız ve yaşananları yedeğimize alır giderken dünya nöbetinde mütevekkil yanımız yanlız baskın çıkıyor.
ve zerdüşt şunu öğretti bana .. ve dediki gene ;
"Mevlam görelim neyler,neylerse güzel eyler"
insanlar bir arada. hep birlikte sadece toplanıp toplanıp dururlar.
ama hep unuturlar ki sadece; yanlız.. yapayanlız ölürler.
ama en başta hep azraildir.

Gitmek üzerine - mi (?)


ne tuhaf! insanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey,şimdiki zamanmış.İnsan içinde yaşadığı anı derinleştirmeyi zamanla,yani zamanı azaldıkça öğreniyor.sonra açıyor gözlerini. oysaki,gidişler bitmiş olmalıydı. buysa yaşamak yaşıyorum canım dostum!
gidişler daha bitmemiş oysa ki.. neyin gidişi bu ? belli değil,demek. içimden geçen en mutlu sözcük olurdu . ama belli.
kararsızlık gidişi.
İsmet Özel gelir aklıma bir köşesine oturur. hep gidiş oldumu; yaşam,hava,su,toprak,işleyiş. başka çözüm yoktur haliyle.
Yılmadan yap. fırsatını kaçıracağın için değil,önünde yılgınlık göstereeceğin herkesin bir zorba beya zorba adayı olması yüzünden.yılda ki socaktan kavrulana gölgen,suda boğulana elin erişşin. önce yap,sonra açıklarsın. bilgece yap. yani koruyarak,yani için titreyerek,yani yıkılmasın diye. tutkuyla yap.sonra verilen yaşama gücünü kullan.yılmadan,bilgece ve tutkuyla. önce yap,sonra açıklarsın.
neyin cakası bu... neyin huzursuzluğu. neyi açıklayacağını bilmeyen zihin nereye giderek neyi yaparak neyi-nasıl açıklar ya rabbim.
bilmeyen akıla bilen akılmı koşmalı. mecvuriyetle kararsızlık insanı tozlu ama yeşillik amma kurtarıcı amma yıldırıcı biryere sürüklermi.. sonucunda karışımın ya mucize çıkcak yada "hiçlik" mi..
gidişler bu denli olunca anlıyor ki zihin ; hırslar bile, o yenilmezler olan bile yenilip kurban olabiliyormuş. kaybolan gidiş yolu,çeldiren çizgiler.
Yılanın kabuk değiştirmesi gibi kabuğumdan sıyrıkmaktı isteğim oysaki.ayak seslerimi kimse duymasın diye karıncanın ki gibi atmaktı adımlarımı oysaki. silahlarını sırtlarında taşıyan akrepler gibi olmaktı.. çünkü bilirdim ki şeytan arkadan yaklaşmaktadır.ama; tatlı gibi bir yaşam için zehir içişi oldu bu gidişler bize.
yanıp kavrulmuş,susamış,yorgunken ben. bir çok kişi sebebini bilmeyen gidişlere yol aldılar. sorgulardı zihin,tas-tarak kalsın mühim değil. beden gitmesin,ruh gitmesi,gitmesin ki savaşşın..son mızrağınıda çeksin.
ve akşam güneşinin hain bakışlarını fark etti;
şimdi gidiş yolunu arayanlardan oldu zihnim.
"neden?" mi dedi ona gönlüm..;
mec ..
mecvu..
mevuri..
mecvuriyet.!

13 Temmuz 2010 Salı

ah aşk!


Dönen bu kısır döngünü nasıl yerleştiğini anlamak için bazı romantik-komedi filmlerini izledim. yorumları okudum. başında tatlı başladılar.. iyi gidiyor. herkes zengin herkes iyi. herkes mükemmel bir dertleri aşk. ve kadınlar.! hep yeniliyor.
üzüldüm onlara izlerken filmi. ağlayasım bile geldi ( çok ilginç) . yapılınacak şey değildi çünkü. kızlar her karede masumca aldanıp usulca sokuluyorlar karşıya.. tarafa. karşa tarafa.
atlıyorlarmı desem...
üzülüyor sonra baktım adam onu kale almıyor o geceden sonra. e bende üzüldüm.
ağlıyor kız evinde. ihanete uğradı ve şapka onun kafasına değil başkasına konuldu. bunu gördü. bende ağladım.
kalbi kırıldı hatunun çoğu filmde.. benimde kalbim kırıldı. inciniyor. hayat ona zor geliyor. alkol.. sigara.. hemen bağımlılık moduna giriyor. bakıyorum incinmişim o an bende.. (etkileniyorum tabi)
en sonunda ;
ve kadın hırslanıyor.. o tabloyu gördükten ve hayal kırıklığını yaşadıktan sonra toz'larını atmak istiyor. tek tek başlıyor tozmudur bokmudur kırıkmıdır çöpmüdür.. at allah at.. helal valla çokda iyi başarıyorlar hepsinde.. güçleniyor.
bu arada telefonlar! evet.. sürekli çalıyoor kadının telefonu .. başka bedenlerde gezinmeyi her zaman kural bilen adam ( hayattada başarılı oluyorlar çoğu zaman + parada bok) o üzdüğü kadını istiyor.. farklı geliyor kadında ona birşeyler genelde hepsinde. düşüyor peşine.. arıyor tarıyor.. hırslanmıştı tabi kadın illaki süründürme moduna getiriyor .. kadın başarıda sınır tanımıyor.. güzelleşiyor hatta.
ve bir gün o adam o kadın.. tamamen değişmiş şekilde, adamın burnu fena sürçülmüş. kadın artık o çıplak gözlerle bunu tamamen net görüyor.
onu geri kazanmak için uğraşan, hayır,hayır sürünen adam karşısında.. vazgeçmemiş,geçmeyecek.! hala kanıtlıyor ve bin yılda olsa kanıtlarım gözüyle cin gibi bakıyor..
kadın sonunda bütün baraşılarınıda göğsünde toplayarak cevap vermenden tek hamle ile kocaman öpüşme moduyla adama ; bencede yeterince savaştın elbette seninim artık. bakışı atıyor.
Nemi oldu diyorum.. hazin hazin hazin hazin... şıçtılar topladılar. adam tükürdüğünüde yaladı, ama şavaştıda kadını için, hemde çok.. vee ; mutlu son.!
yanlız dikkatimi birşey çekti "en sonunda" kısmından sonra yazdıklarım-yaşananlar
ulan a.. koyayım hiç bizde böyle olmuyor.. bizi geçtim çoğu gerçek hayata bağlı olan yaşamlarda da böyle olmuyor..
ya bir formülü var biz bilmiyoruz yada bunları gerçekten yaşayanlar varki bu kadar gerçekçi yansıtılıyor.
yaşayan varsa iksirmi koca karı ilacımı neyse dağıtsınlar bari.
yada en iyisi beşeri aşkamı sarmaktır nedir..
-bende boku boku yaşamışım zaten filmleri izlerken hatunla aynı duyguları..-
sadece şu mısra geçti gitti aklımda.. ve en gerçekçi kalacak olan hep bu mısra olacak biliyorum demeyide eklemeden duramadım.
çünkü ; gerçekçi yaşamda fark edilsin yada edilmesin felsefe hep bu olmuştur olacakta. ;
" ah aşk! bir topluluğun fotoğraf çekildikten sonra dağıldığı an" (bknz;boşluk)

sigara burnumu yaktıkça kabara-mayan- direncim ..


Çok eşşisz bir anın içide farklı hayallere kapılmaya doğru bir kez daha kocaman uzun iki bacaklı insanlar olarak yürüyorduk.. yürüdük yürüdük.. en uzunu o gün kaç tane semte gittiğini sayarak nasıl sefil olduğunu anlatmayı ihmal etmiyordu.. ben ise; bu sefilliğin devamını o an itibari ile getirdiğim düşünerek gülünç bir şekilde "kaluk ağız" kahkahası atıyordum..
ne yani doğal aslında. amma velakin hayallerimin kapısına yaklaştığımızda hemen hepsi zihnimden silinip her taraf pespembe olmuştu bile .. -ya içeri almazlarsa korkusu beynimi yontmaya halen devam ederken- uzun'un çenesi bu işide çözürken yontmam durdu ve dahada pembeleşti görüntüm. kısa bir işlem için girilen kapının arkasında o zamanı çokça uzatacağımıza emin olduğumdan sırada ki bu yontulma rabbe şükür eksik kaldı beynimden.
çıplak ayak,miami sahillerinde gibi. aynı zamanda oranın en çalışkan öğrencisiymiş gibi, dolaşmayı asla ihmal etmedim. kantindeki amca çöm'lüğümü anlayana kadar.
- " iki çay alabilirmiyim?"
- "tabi" ( amcam "tabi" derken ücreti direkt önüne uzatınca, "salakmısın sen" der gibi suratıma baktı ve yandaki kocaman "kasa" kısmını işaret etti.(orada okuyan hiçbir öğrenci bunu yapmaz tabi)
şimdi mosmor görünüyordu heryer gözüme. utanç içinde parayı vermek düştü payıma.
kısa süren, bu mevzu utançlık bahisim elimizde çaylarla dışarı çıkmamızla son buldu.
banklar, bahçe.. tekrar pembeleşti etrafım. oturduk. ve çayın yanında.. "tabiki sigara" diye düşünen iki akıl olarak , yaktık sigaraları.
yandaki bankta oturan bir kaç geçn oğlanıda gözden ihmal etmeyerek.
kayifli giden sigara-çay muhabbetleri direncimi-bağlılığımı katkat arttırarak bu bahçeye,okula bir kez daha aşık olmamı sağlıyordu.
takii ; sigara bitiş kısmına geldiğinde (bunu yapmayı nasıl becerdiğimi hala bende bilmiyorum) o ufak sigara kısmını son çekişimde bir anda ters dönüp burnumda sönü verdi .. bir an burnumun komple yandığını sandım, uzun'un bacaklarına kafamı yasladım acı ve gülünçlüğü bir arada yaşarken ; burnumun yok olmadığını ucunda kocaman simsiyah izmarit lekesi kaldığını gördük.
amma velakin yan banktaki gençler bizzat olaya şahit olurken. hayatımda ilk kez burnumda sigara söndürmeyi başarırken.. pembe görüntülerim yok olmuş, kabarık direncim kendini imha etmişti.
uzun bacaklarla ve koca adımlarla hemen uzaklaştık.
"yaşanan rezillik ardından dirençli olma,direnci kabartabilme" kurslarına gitmek lazım mı acep diye dünüşür oldum o günden beri.
gerçi ; masörlük kursları varken bu çok salakça kaçar dimi .. )))))

11 Temmuz 2010 Pazar

sonuç; kağıttan bir turna kuşu


Ben oyumu felakete veriyorum.
bu günkü günlük yaşam kontrol oyum mu bu, yoksa rahat kıçıma battı oyumu bilmiyorum..
ama "felaket" kısmını asla ama asla değiştirmeyeceğim kesin.
sabahtan beri o renkli duvarlar .. o üstündeki saçma yazılar . o temizlik kokuları. o balkon.. o lanet güvercin kuşu. ve o lanet bağırsakları.
bu arada o iğrenç sendromu benimle yaşayan bir parça beyaz kağıt. sürekli aynı yerde. rüzgar estikçe karşı koyuyor ve sürekli aynı yerde kalma çabaası veriyor..
uzunca her odaya girişimde" çöpe! - çöpe git.! çöpe atayım şunu.."
olmuyor bir türlü atılmıyor. unutuluyor. büzüşüyor.
belkide o buna küsüyor yada hiç s.klemiyor..
12 saatir üstümde aynı pijamalarla kafamda birmilyon seksensekiz tane düşünce ve ölüm temizliğini sonlandırma çabaları arasında kağıt orada. gözüme çarpıp duruyor.

bitiş kısmında ; oturdum izledim.. bir sürü ağaç geldi aklıma. oksijen geldi. biR kere derin nefes aldım verdim. "saçmalama atamazsın bunu,nefesin kesilir sonra" düşüncesi hakim oldu.. tuttum katladım. yazdım üstüne sildim.
şekilsizce rüzgara meydan okuyuşu geldi aklıma. şekilsiz meydan okuyorsa,şekle girip daha fazla meydan okuma şansı olabilirdi. kanat yapmalıyım.. ama nasıl.
düz kağıda kanat takılmaz ki.. Sadako yardımıma yetişti ve "turna kuşu"nun yapılışı o an canlandı zihnimde.. kanatlarıda var üstelik! yapılış karın ağrılı geçiyor ve kovadaki bez formülünü yitiriyordu.. yerlerde tozlu. ama kuş beklemez. tam 33 maddesi vardı yapılışının .. 1inci adım 2. 3. 4. 5. ...VE bingo.!; unuttum.
sonra, "kendi kuşumu kendim yaratırım lan" .. ve ben yaptım!
sadako sasaki'nin hakkını ödeyemem o ayrı. bitiminde her zaman "barışın sembölü " olarak görülür. ama ben; günü kurtardım,hayvanın karşı koyma duygusunu güçlendirdim hisleriyle gördüm ve sevdim onu.
sonra kuş; durdu ruhsuz-cansız-yamuk kanatlı ve isteksiz.. ee dedim şimdi..
şimdi bok işte o kadar.
sandım ki ben Gepetto'nun bir farklı versiyonu kuşda Pinokyo olacak... olmadı tabiki. amma velakin keşfettim ki ; bütün gün temizlik uğruna eve hapsolup sıkıntıdan duvarları seyredip herkes birşeylerdeyken ben bu sıkıntıda ölme yolundayken , hoş zihnim hayalllerde dolup taşıpppp fazlaca taşıp taşıppp ortalığa şıçıp batırıp,saçmalıyabiliyormuş..
sınırlarımı daha zorlasam havlete kapansam en muhteşem "ütopyayı" yada kağıttan kuş istilası dünyamı falan oluştururdum sanırım.
sonuç mu?
sonuç ; kağıttan bir turna kuşu işte. -göz çizmedim canlanmıyor çünkü.-
annem falan hiç inanmadı ama olabilir yani.. belkide uçabilir.
bütün bir günümü sendrom, sıkıntı, sıkıntıdan patlayacak olan anlar .. tansiyon çıkmaları yaşadım uğruna.
beni çok sinirlendirise ona "tabiat risalesi" okurum görür gününü.
*tabiat risalesi (bknz ; karşı konulmaz cazibesizlik ve ötesi sıkıntılılıktan dantel oyası yapmaya başlatacak mod. -kuşlarda bile- )

Krizalit Kristalin"




ben hiçkimseyim, sen kimsin?
onlarda kim ki.. geniş tırnaklarını gösteripte insalığı hem varoluş savaşına sokup hemde sıcak ilişkilerimizi bozmaya davet çıkarıyorlar..
eğer masum bir rol ise bu,dünya bu rolü onlara kesmiş olamaz. bizim üstümüzede yapışık değil belki ama layık ..
geç bir yol, çiz bir İlhan irem şarkısı ve bağıra bağıra itaf et diyor ruhumuz..
kim duyacak yada üstüne alınacak önemli değil.
kendi kendimize bok atma yarışına girmeyi en çok severiz biz zaten.
çünkü kırmızı kar üstüne yuvarlanırken bağırarak buz taneleri üzerinde çemberin tam ortasında kristal parçakcıklarını haykırmak kadar umursamaz birşey olamaz.. kendiside bizimle aynı görüşte olurdu sanırım,bunu yüzüne söylesek.
özgürlük bumu? taa yukalardan karlar kente doğru tembel inerken, seslenmek..
ever sanırım mevsimlik olarak bunu kabul eder ve birsüre daha kristaL modda ;
krizalit ksitalin hımm.. denklemi nasıl çözücem yahu diye,düşünmem gerek.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

zaman bilinci : zamana suikast


Ancak sınırlı bir süreye bağlı olarak hareket etmekten başka yol sağlamayan bu "zaman" ne kötü bir zaman. bunun planını daha evvel yapmamış olmama rağmen,suikast buna uygunluk sağlayan kelimelerin en şahanesi oluyor.
çünkü "zaman" zamansızlık kavramını bize yutturarak bunu çoktan haketti.
canımızı an ve an itibari ile hep sıkan araç.
canı sıkılmak;zaman çiğnemektir.! çiğnedim seni zaman, o zaman..
eğer bir talihsizliğe uğrayıp eylemlerimizi zamana mal edersek, o zamanla eylemlermizin buharlaşır.
bu bir çeşit "geçmişte kaldı" manasıyla aynı kapıya çıkmıyor olsada anımsatmıyor değil.
Zamana gösterdiğimiz ilgi peki,
kaçamıyor bir türlü bu ayrıntı gözden,saklanamıyor. mecvuren,mecvuriyetten.. onarılması zor bir züppeliğimzden kaynaklanıyor ilgimiz.
ona karşı yarış düzenlediğimiz her sabah sütün içine bal katar gibi .. ilgi serpiştiyiyoruz araya.. geçmişten gelen en büyük olumsuzluklar "zaman" dan gelmiş ve ilgi korkunun önüne duvar olarak kurulmuş.
ap açık birşey buldum ki ;
zaman sayesinde; yatağımızdan bütün zirvelere tırmanırız ve bütün uçuumların üzerinde rüya görürüz.
ve gene zaman sayesinde; günler arasında kaldırımsız bir dünyada bir orospu gibi sürteriz.

Hayatımız sonunda amacına ulaştımı ?
zaman nedir hiç bilemeyeceğiz. . .

benim olmayan güzelin adı yok!


kadere razı olmama isteği daha kadere razılığı getirdi ardından...
hepsi koşuyor birşeylerin ardında.. hepsi 5 metre yüksekten . hepsi .... olsun istiyor.
"yolsuz yaptı dünya SİZİ, yolları görmez oldunuz" demekki koşarken yoluda mı görmek gerekliymiş ,samırım evet.. o zaman hangi koşuştan bahsediyorum. Gogol'un bunu bize öğretmiş olması gerekmiyormu? sanırım çoğumuz Gogol'dan değilde sokakta yürüyen sarışın'lardan bunu öğrenmeyi huy edinmişiz.. garipsiz.gereksiz.arsız. yetersiz..
eğer benim,onun,bunun olmuyorsa neden.. onlardan öğrenelimki. ilginç bir sendromla karşı karşıya kalınınca Brad pitt filmlerine sarmalı mı acaba.. oda sarışın oda yakışıklı. oda sexy. sanırım. oda benim,onun,bunun değil..
sahibini arayan diye birşey varmı ki bunu arıyoruz..
değişikliğin en büyük mertebesinde arayış olunca boku fazla çıkıyor ve en ilah -aslında çaresiz olarak- kendimizi ilan ediyoruz. ha bunu baştan yapsakta bir halt değişmeyecekti o ayrı. çünkü hepimiz varlığımızı bu yolda silmeye çalışan tipler olarak ortaya çıkmış oluyorz daha sonra.. istemsiz belkide.
bugün bunu yaşayabilirim.
tanrı'nın işaretini göremeyen göremeyecek biri olarak ..
adı olmayan bir güzel uğruna değil,sizin ki öyle olsada bu öyle değil.
bundan sonra bu tür vakaların adı ;"Allah!ın garibi" olacak sanırım. yüksek bir mertebe bu aslında...
adı olmayan güzelin sonucu ;
"olsun varsın biz yinede mutluyuz, bu dünyada olmazsa ahrette huzur buluruz"
( götümü yesin o ne kadar varsa sarışın ve adı olmayan güzel)
hepsini bir, gri-huzursuz çakmakla yakmak hoş olurdu onların ...

Gayfe içtim gayfelendim


yapmayı hala bilemediğim halde.. yapılışını ısrarla o pişerkenki kokusu arasında umrumda olmadığı halde büyük bir zevkle bakarken.. yapan kişiye asla imrenmemiş ama "aşık" olma potansiyeline çokça girmiş bulunmaktayım.
sınavlara hergün aynı modda binlerce soru ile çalışırken hergün içip .. "geçirsene stresimi,tadında çok güzelmiş" heveslerine girmek..
yada; içilirken inanmadığım halde "falda ne çıkacak" acaba piskolojisini alt üstederek yaşamak..
birde arada yapılan sohbet.. tam yerine oturmaz aslında herzaman ki gibi sohbetin, dedikodunun taşları amma velakin genede acının tadında tatlı tatlı.. bir muhabbet akar.
fıtratımıza işlememiş sıkça dedikodu paneli gene devre dışı kalabilir. kahvenin verdiği gelenek azda olsa "fal" kısmında bizi dedikodu itiyor.. itmiyor değil.
bittikten sonra geride sadece "gizem" kalıyor..
"3 dedi 5 dedi .. neyin 5i neyin 3ü.." "aa oğlum baksana gözvar,gözyaşın var" "neyin gözyaşı..hangi mendeburun gözü kalmışş.."
aslında karşıdakide bilmiyor. ama mutlu olmak için bunların bunların ardından gelmek yeterli oluyor sanırım.
bize oluyor yada.
çünkü gerçeği kimsenin bilemeyeceğini,bilsede eminim yanlıştır diye.. kazımışız bilinçaltımıza,üstümüze vs ..
en keyiflisi aslında fal'da bittiğin e ardından bir müzik açıp .. fincanlar öylece önünde dururken ardında bir sgra yakmak oluyor sanırım.. işte tam bu anda "kahve içtim kahvelendim" (bknz; gene piskolojimin a... ş.çıldı) oluyor.

9 Temmuz 2010 Cuma

Montaigne, haklı olabilir ..


"ters bir rüzgar,bağrışan bir karga sürüsü,bir atın sürçmesi,yukarıdan bir kartalın geçivermesi,bir rüya,bir ses,bir görüntü,bir sabah sisi yeter bir devi yıkıp yere sermeye" diyor ;
Montaigne.

binlerce kollu,binlerce kafalı bu azgın dev nedir aslında?
Hep aynı zavallı,dertli,cılız insanoğlu!

Aşifte hayat, bizide uçur ...!


"dilsizler haberini kulasız dinleyesi
dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası"

yeniden üretilebilecek bir yaşam bize vermedin.. yeniden yaşanacak bir yaşamda bize vermedin.. bir bilet bile yok. peki ya kanıt.. oda yok
yaşamsal 3-5 destek ve.. üsküdar-beşiktaş motorları.. taksim otobüsleri.
ufak iskemleli çay bahçesi.. yetinmeyi bildik. ama bunlarıda "biz" bulduk.
hatta kırmızı paketide. içindeki sırrı ve stress çözücü elementide.
birde kırmızı çakmağın kerameti. birdee "fallanmış" türk-beyrut falları..
kattığın yada katacağın hiç bir şey yokken.
fazlalık beklemezken.. bırak kenara yaban'lığı. bizide bolanla göğe uçur..
geri dönmeyecek şekilde olsun.
kim geri dönmek ister ki.. bindikten sonra ama.
. ışık kapandı bir anda ..
"allahü la ilahe illaa ....... "
.
.

yanlızlık .. sus payı (!)


Sis içinde herşey görünür,ama yüzleri renkleri görünmez..
herkes sisemi kapıldı şu kasvetli havada ..
beyrut; karşıda
ayşe;erenköyde
pelin;tekirdağda
kutay;avşada
betty;uzak biryerde işte.
merve;avcılarda
vildan;erzincanda
büşra;gümüşhanede
Ben gene ve yine..genelerle.. aynı yerdeyim.
biri benide götürsün.
yoksa atlarım.
atlayayım mı?
"tam da sen ben olmuşkenn"

"cenab-ı aşk"


ızdırab olmadan hiç akş olurmu ?
aşk bir noktaydı.belki artar ama asla çoğalmazdı.
vakit geçmeden,kendi kendini kendi elleriyle kendi toprağa vermeli.
o halde aşk ;vücudu baki kılmak için çırpınanların değil,vücudu fani kılmak için için çabaşayanların işi. a
aşk değil mi adı,o halde dile gelmekten,dilde ikamet etmekten niçin kaçınsın, niçin yaresini dil-i yare göstermekten utansın ?
öyle ya,aşk olmadan vermenin,verdikçe yüceltmenin,yaşamak için vermeyi .. yaşamanın adı değil mi.?
kim kalmayı değil gitmeyi,yaşamayı değil ölmeyi özlemiş ki?
vazgeçmeden,özlemeden,kimler kimse kim olabilmiş ki?
dert ve ızdıraptan kurtulmanın çaresine bakanların ara sokaklarda işi ne ?
biz bakamadık çaresine bir lokma aşk'a muhtacız şimdi ..

Balık ve Tango

Ben bir kayıp kızıyım! ah bahtım.. pılı pırtıyı en iyi ben toplarım. hiç birşey olmamış gibi güleç durmalı yüzüm. rengim kimseye uymuyor ve çoğu kez hercai bilirler
bu yüzden beni,biliyorum.
uygunsuzum.
halbuki ev taşınırken en sona kalan ve çoğu kez perdeleri sökülmüş bir pencerenin içinde unutulan küpe çiçeği kadar yanlız ve vazgeçilmeye hazırım.
Üzldüğümü kimse fark etmesin,ne arkadaşlarım,ne ziyaretçiler,ne başkaları..
bir nara ..yetişşin.. hatta bilinçsizce. hiç fark etmez.