27 Temmuz 2010 Salı

tepkisiziz-tepkisizler-tepkisizsiniz-


ufak en ufak olanındabir tebessüm bekliyoruz..insanlık medeniyeti olarak. bakıyoruz. bakınıyoruz. tebessümün çıkacağı dudaklar şekil almış bile. sonunda diyoruz..
heyhat! oda ne! içten olmayan tebessümü hangi içtensiz bile içtenliğine kabul ettirebilir ki? çokmu zorlamış olmak gereklidir yada?
ey ilahi adalet sanamı soruyorum dersin.. ?
bir vaha'da kaybolduk.iz yok..tebessümlük çağrılar aramıyoruz artık. aynaya bakıp kendi tebessümlerinim izliyorlar.. bütün insanlarınkine eş değer tutulabilir.
sanırız çift taraflı olanların ki hariç..
eski palavraların gülüşlerimizden geçmesine izin vermiyoruz bir gayret.. akıl bunun peşini hiç bırakmayacak ..bırakmasın ki ;
kardeşim diyelim.. acılarımada kardeş olurmusun? ...

26 Temmuz 2010 Pazartesi

böyle söyledi zerdüşt


"Mevlam görelim neyler,neylerse güzel eyler"
insan bu.. bazen kahinsezişiyle medeniyetin alacağı yolu kestiren;Gogol.
bazen bütün acıyı hayatın son demine getirip,koyu bir hesaplaşmaya giren;Tolstoy.
bazen hayatını paylaştığı insanın bir imza ile ayırıp hükümsüzleştirmesi üzerine bütün felsefeyi ve toplumsal algısının referansıyla "en köyütü yaşamak istiyorum,en karanlık karanlığı, en soğuk soğuğu,en geniş genişi,en yüksek yükseği,en yanlız yanlızlığı,en kayıp kaybolmuşluğu" diyen bir hatun;Gütoya Güreli olarak karşımıza çıksada, insan çıkışsız yollarda yol bulan,insan.
Gogol'un izinde Rusya sınırlarında;doğuya doğru,yol alırken, birdir bir oyununun ikinci perdesini seyrediyoruz...
Ve gördüklerimiz, okuduklarımız ve yaşananları yedeğimize alır giderken dünya nöbetinde mütevekkil yanımız yanlız baskın çıkıyor.
ve zerdüşt şunu öğretti bana .. ve dediki gene ;
"Mevlam görelim neyler,neylerse güzel eyler"
insanlar bir arada. hep birlikte sadece toplanıp toplanıp dururlar.
ama hep unuturlar ki sadece; yanlız.. yapayanlız ölürler.
ama en başta hep azraildir.

Gitmek üzerine - mi (?)


ne tuhaf! insanoğlunun yaşamda en geç keşfettiği şey,şimdiki zamanmış.İnsan içinde yaşadığı anı derinleştirmeyi zamanla,yani zamanı azaldıkça öğreniyor.sonra açıyor gözlerini. oysaki,gidişler bitmiş olmalıydı. buysa yaşamak yaşıyorum canım dostum!
gidişler daha bitmemiş oysa ki.. neyin gidişi bu ? belli değil,demek. içimden geçen en mutlu sözcük olurdu . ama belli.
kararsızlık gidişi.
İsmet Özel gelir aklıma bir köşesine oturur. hep gidiş oldumu; yaşam,hava,su,toprak,işleyiş. başka çözüm yoktur haliyle.
Yılmadan yap. fırsatını kaçıracağın için değil,önünde yılgınlık göstereeceğin herkesin bir zorba beya zorba adayı olması yüzünden.yılda ki socaktan kavrulana gölgen,suda boğulana elin erişşin. önce yap,sonra açıklarsın. bilgece yap. yani koruyarak,yani için titreyerek,yani yıkılmasın diye. tutkuyla yap.sonra verilen yaşama gücünü kullan.yılmadan,bilgece ve tutkuyla. önce yap,sonra açıklarsın.
neyin cakası bu... neyin huzursuzluğu. neyi açıklayacağını bilmeyen zihin nereye giderek neyi yaparak neyi-nasıl açıklar ya rabbim.
bilmeyen akıla bilen akılmı koşmalı. mecvuriyetle kararsızlık insanı tozlu ama yeşillik amma kurtarıcı amma yıldırıcı biryere sürüklermi.. sonucunda karışımın ya mucize çıkcak yada "hiçlik" mi..
gidişler bu denli olunca anlıyor ki zihin ; hırslar bile, o yenilmezler olan bile yenilip kurban olabiliyormuş. kaybolan gidiş yolu,çeldiren çizgiler.
Yılanın kabuk değiştirmesi gibi kabuğumdan sıyrıkmaktı isteğim oysaki.ayak seslerimi kimse duymasın diye karıncanın ki gibi atmaktı adımlarımı oysaki. silahlarını sırtlarında taşıyan akrepler gibi olmaktı.. çünkü bilirdim ki şeytan arkadan yaklaşmaktadır.ama; tatlı gibi bir yaşam için zehir içişi oldu bu gidişler bize.
yanıp kavrulmuş,susamış,yorgunken ben. bir çok kişi sebebini bilmeyen gidişlere yol aldılar. sorgulardı zihin,tas-tarak kalsın mühim değil. beden gitmesin,ruh gitmesi,gitmesin ki savaşşın..son mızrağınıda çeksin.
ve akşam güneşinin hain bakışlarını fark etti;
şimdi gidiş yolunu arayanlardan oldu zihnim.
"neden?" mi dedi ona gönlüm..;
mec ..
mecvu..
mevuri..
mecvuriyet.!

13 Temmuz 2010 Salı

ah aşk!


Dönen bu kısır döngünü nasıl yerleştiğini anlamak için bazı romantik-komedi filmlerini izledim. yorumları okudum. başında tatlı başladılar.. iyi gidiyor. herkes zengin herkes iyi. herkes mükemmel bir dertleri aşk. ve kadınlar.! hep yeniliyor.
üzüldüm onlara izlerken filmi. ağlayasım bile geldi ( çok ilginç) . yapılınacak şey değildi çünkü. kızlar her karede masumca aldanıp usulca sokuluyorlar karşıya.. tarafa. karşa tarafa.
atlıyorlarmı desem...
üzülüyor sonra baktım adam onu kale almıyor o geceden sonra. e bende üzüldüm.
ağlıyor kız evinde. ihanete uğradı ve şapka onun kafasına değil başkasına konuldu. bunu gördü. bende ağladım.
kalbi kırıldı hatunun çoğu filmde.. benimde kalbim kırıldı. inciniyor. hayat ona zor geliyor. alkol.. sigara.. hemen bağımlılık moduna giriyor. bakıyorum incinmişim o an bende.. (etkileniyorum tabi)
en sonunda ;
ve kadın hırslanıyor.. o tabloyu gördükten ve hayal kırıklığını yaşadıktan sonra toz'larını atmak istiyor. tek tek başlıyor tozmudur bokmudur kırıkmıdır çöpmüdür.. at allah at.. helal valla çokda iyi başarıyorlar hepsinde.. güçleniyor.
bu arada telefonlar! evet.. sürekli çalıyoor kadının telefonu .. başka bedenlerde gezinmeyi her zaman kural bilen adam ( hayattada başarılı oluyorlar çoğu zaman + parada bok) o üzdüğü kadını istiyor.. farklı geliyor kadında ona birşeyler genelde hepsinde. düşüyor peşine.. arıyor tarıyor.. hırslanmıştı tabi kadın illaki süründürme moduna getiriyor .. kadın başarıda sınır tanımıyor.. güzelleşiyor hatta.
ve bir gün o adam o kadın.. tamamen değişmiş şekilde, adamın burnu fena sürçülmüş. kadın artık o çıplak gözlerle bunu tamamen net görüyor.
onu geri kazanmak için uğraşan, hayır,hayır sürünen adam karşısında.. vazgeçmemiş,geçmeyecek.! hala kanıtlıyor ve bin yılda olsa kanıtlarım gözüyle cin gibi bakıyor..
kadın sonunda bütün baraşılarınıda göğsünde toplayarak cevap vermenden tek hamle ile kocaman öpüşme moduyla adama ; bencede yeterince savaştın elbette seninim artık. bakışı atıyor.
Nemi oldu diyorum.. hazin hazin hazin hazin... şıçtılar topladılar. adam tükürdüğünüde yaladı, ama şavaştıda kadını için, hemde çok.. vee ; mutlu son.!
yanlız dikkatimi birşey çekti "en sonunda" kısmından sonra yazdıklarım-yaşananlar
ulan a.. koyayım hiç bizde böyle olmuyor.. bizi geçtim çoğu gerçek hayata bağlı olan yaşamlarda da böyle olmuyor..
ya bir formülü var biz bilmiyoruz yada bunları gerçekten yaşayanlar varki bu kadar gerçekçi yansıtılıyor.
yaşayan varsa iksirmi koca karı ilacımı neyse dağıtsınlar bari.
yada en iyisi beşeri aşkamı sarmaktır nedir..
-bende boku boku yaşamışım zaten filmleri izlerken hatunla aynı duyguları..-
sadece şu mısra geçti gitti aklımda.. ve en gerçekçi kalacak olan hep bu mısra olacak biliyorum demeyide eklemeden duramadım.
çünkü ; gerçekçi yaşamda fark edilsin yada edilmesin felsefe hep bu olmuştur olacakta. ;
" ah aşk! bir topluluğun fotoğraf çekildikten sonra dağıldığı an" (bknz;boşluk)

sigara burnumu yaktıkça kabara-mayan- direncim ..


Çok eşşisz bir anın içide farklı hayallere kapılmaya doğru bir kez daha kocaman uzun iki bacaklı insanlar olarak yürüyorduk.. yürüdük yürüdük.. en uzunu o gün kaç tane semte gittiğini sayarak nasıl sefil olduğunu anlatmayı ihmal etmiyordu.. ben ise; bu sefilliğin devamını o an itibari ile getirdiğim düşünerek gülünç bir şekilde "kaluk ağız" kahkahası atıyordum..
ne yani doğal aslında. amma velakin hayallerimin kapısına yaklaştığımızda hemen hepsi zihnimden silinip her taraf pespembe olmuştu bile .. -ya içeri almazlarsa korkusu beynimi yontmaya halen devam ederken- uzun'un çenesi bu işide çözürken yontmam durdu ve dahada pembeleşti görüntüm. kısa bir işlem için girilen kapının arkasında o zamanı çokça uzatacağımıza emin olduğumdan sırada ki bu yontulma rabbe şükür eksik kaldı beynimden.
çıplak ayak,miami sahillerinde gibi. aynı zamanda oranın en çalışkan öğrencisiymiş gibi, dolaşmayı asla ihmal etmedim. kantindeki amca çöm'lüğümü anlayana kadar.
- " iki çay alabilirmiyim?"
- "tabi" ( amcam "tabi" derken ücreti direkt önüne uzatınca, "salakmısın sen" der gibi suratıma baktı ve yandaki kocaman "kasa" kısmını işaret etti.(orada okuyan hiçbir öğrenci bunu yapmaz tabi)
şimdi mosmor görünüyordu heryer gözüme. utanç içinde parayı vermek düştü payıma.
kısa süren, bu mevzu utançlık bahisim elimizde çaylarla dışarı çıkmamızla son buldu.
banklar, bahçe.. tekrar pembeleşti etrafım. oturduk. ve çayın yanında.. "tabiki sigara" diye düşünen iki akıl olarak , yaktık sigaraları.
yandaki bankta oturan bir kaç geçn oğlanıda gözden ihmal etmeyerek.
kayifli giden sigara-çay muhabbetleri direncimi-bağlılığımı katkat arttırarak bu bahçeye,okula bir kez daha aşık olmamı sağlıyordu.
takii ; sigara bitiş kısmına geldiğinde (bunu yapmayı nasıl becerdiğimi hala bende bilmiyorum) o ufak sigara kısmını son çekişimde bir anda ters dönüp burnumda sönü verdi .. bir an burnumun komple yandığını sandım, uzun'un bacaklarına kafamı yasladım acı ve gülünçlüğü bir arada yaşarken ; burnumun yok olmadığını ucunda kocaman simsiyah izmarit lekesi kaldığını gördük.
amma velakin yan banktaki gençler bizzat olaya şahit olurken. hayatımda ilk kez burnumda sigara söndürmeyi başarırken.. pembe görüntülerim yok olmuş, kabarık direncim kendini imha etmişti.
uzun bacaklarla ve koca adımlarla hemen uzaklaştık.
"yaşanan rezillik ardından dirençli olma,direnci kabartabilme" kurslarına gitmek lazım mı acep diye dünüşür oldum o günden beri.
gerçi ; masörlük kursları varken bu çok salakça kaçar dimi .. )))))

11 Temmuz 2010 Pazar

sonuç; kağıttan bir turna kuşu


Ben oyumu felakete veriyorum.
bu günkü günlük yaşam kontrol oyum mu bu, yoksa rahat kıçıma battı oyumu bilmiyorum..
ama "felaket" kısmını asla ama asla değiştirmeyeceğim kesin.
sabahtan beri o renkli duvarlar .. o üstündeki saçma yazılar . o temizlik kokuları. o balkon.. o lanet güvercin kuşu. ve o lanet bağırsakları.
bu arada o iğrenç sendromu benimle yaşayan bir parça beyaz kağıt. sürekli aynı yerde. rüzgar estikçe karşı koyuyor ve sürekli aynı yerde kalma çabaası veriyor..
uzunca her odaya girişimde" çöpe! - çöpe git.! çöpe atayım şunu.."
olmuyor bir türlü atılmıyor. unutuluyor. büzüşüyor.
belkide o buna küsüyor yada hiç s.klemiyor..
12 saatir üstümde aynı pijamalarla kafamda birmilyon seksensekiz tane düşünce ve ölüm temizliğini sonlandırma çabaları arasında kağıt orada. gözüme çarpıp duruyor.

bitiş kısmında ; oturdum izledim.. bir sürü ağaç geldi aklıma. oksijen geldi. biR kere derin nefes aldım verdim. "saçmalama atamazsın bunu,nefesin kesilir sonra" düşüncesi hakim oldu.. tuttum katladım. yazdım üstüne sildim.
şekilsizce rüzgara meydan okuyuşu geldi aklıma. şekilsiz meydan okuyorsa,şekle girip daha fazla meydan okuma şansı olabilirdi. kanat yapmalıyım.. ama nasıl.
düz kağıda kanat takılmaz ki.. Sadako yardımıma yetişti ve "turna kuşu"nun yapılışı o an canlandı zihnimde.. kanatlarıda var üstelik! yapılış karın ağrılı geçiyor ve kovadaki bez formülünü yitiriyordu.. yerlerde tozlu. ama kuş beklemez. tam 33 maddesi vardı yapılışının .. 1inci adım 2. 3. 4. 5. ...VE bingo.!; unuttum.
sonra, "kendi kuşumu kendim yaratırım lan" .. ve ben yaptım!
sadako sasaki'nin hakkını ödeyemem o ayrı. bitiminde her zaman "barışın sembölü " olarak görülür. ama ben; günü kurtardım,hayvanın karşı koyma duygusunu güçlendirdim hisleriyle gördüm ve sevdim onu.
sonra kuş; durdu ruhsuz-cansız-yamuk kanatlı ve isteksiz.. ee dedim şimdi..
şimdi bok işte o kadar.
sandım ki ben Gepetto'nun bir farklı versiyonu kuşda Pinokyo olacak... olmadı tabiki. amma velakin keşfettim ki ; bütün gün temizlik uğruna eve hapsolup sıkıntıdan duvarları seyredip herkes birşeylerdeyken ben bu sıkıntıda ölme yolundayken , hoş zihnim hayalllerde dolup taşıpppp fazlaca taşıp taşıppp ortalığa şıçıp batırıp,saçmalıyabiliyormuş..
sınırlarımı daha zorlasam havlete kapansam en muhteşem "ütopyayı" yada kağıttan kuş istilası dünyamı falan oluştururdum sanırım.
sonuç mu?
sonuç ; kağıttan bir turna kuşu işte. -göz çizmedim canlanmıyor çünkü.-
annem falan hiç inanmadı ama olabilir yani.. belkide uçabilir.
bütün bir günümü sendrom, sıkıntı, sıkıntıdan patlayacak olan anlar .. tansiyon çıkmaları yaşadım uğruna.
beni çok sinirlendirise ona "tabiat risalesi" okurum görür gününü.
*tabiat risalesi (bknz ; karşı konulmaz cazibesizlik ve ötesi sıkıntılılıktan dantel oyası yapmaya başlatacak mod. -kuşlarda bile- )

Krizalit Kristalin"




ben hiçkimseyim, sen kimsin?
onlarda kim ki.. geniş tırnaklarını gösteripte insalığı hem varoluş savaşına sokup hemde sıcak ilişkilerimizi bozmaya davet çıkarıyorlar..
eğer masum bir rol ise bu,dünya bu rolü onlara kesmiş olamaz. bizim üstümüzede yapışık değil belki ama layık ..
geç bir yol, çiz bir İlhan irem şarkısı ve bağıra bağıra itaf et diyor ruhumuz..
kim duyacak yada üstüne alınacak önemli değil.
kendi kendimize bok atma yarışına girmeyi en çok severiz biz zaten.
çünkü kırmızı kar üstüne yuvarlanırken bağırarak buz taneleri üzerinde çemberin tam ortasında kristal parçakcıklarını haykırmak kadar umursamaz birşey olamaz.. kendiside bizimle aynı görüşte olurdu sanırım,bunu yüzüne söylesek.
özgürlük bumu? taa yukalardan karlar kente doğru tembel inerken, seslenmek..
ever sanırım mevsimlik olarak bunu kabul eder ve birsüre daha kristaL modda ;
krizalit ksitalin hımm.. denklemi nasıl çözücem yahu diye,düşünmem gerek.

10 Temmuz 2010 Cumartesi

zaman bilinci : zamana suikast


Ancak sınırlı bir süreye bağlı olarak hareket etmekten başka yol sağlamayan bu "zaman" ne kötü bir zaman. bunun planını daha evvel yapmamış olmama rağmen,suikast buna uygunluk sağlayan kelimelerin en şahanesi oluyor.
çünkü "zaman" zamansızlık kavramını bize yutturarak bunu çoktan haketti.
canımızı an ve an itibari ile hep sıkan araç.
canı sıkılmak;zaman çiğnemektir.! çiğnedim seni zaman, o zaman..
eğer bir talihsizliğe uğrayıp eylemlerimizi zamana mal edersek, o zamanla eylemlermizin buharlaşır.
bu bir çeşit "geçmişte kaldı" manasıyla aynı kapıya çıkmıyor olsada anımsatmıyor değil.
Zamana gösterdiğimiz ilgi peki,
kaçamıyor bir türlü bu ayrıntı gözden,saklanamıyor. mecvuren,mecvuriyetten.. onarılması zor bir züppeliğimzden kaynaklanıyor ilgimiz.
ona karşı yarış düzenlediğimiz her sabah sütün içine bal katar gibi .. ilgi serpiştiyiyoruz araya.. geçmişten gelen en büyük olumsuzluklar "zaman" dan gelmiş ve ilgi korkunun önüne duvar olarak kurulmuş.
ap açık birşey buldum ki ;
zaman sayesinde; yatağımızdan bütün zirvelere tırmanırız ve bütün uçuumların üzerinde rüya görürüz.
ve gene zaman sayesinde; günler arasında kaldırımsız bir dünyada bir orospu gibi sürteriz.

Hayatımız sonunda amacına ulaştımı ?
zaman nedir hiç bilemeyeceğiz. . .

benim olmayan güzelin adı yok!


kadere razı olmama isteği daha kadere razılığı getirdi ardından...
hepsi koşuyor birşeylerin ardında.. hepsi 5 metre yüksekten . hepsi .... olsun istiyor.
"yolsuz yaptı dünya SİZİ, yolları görmez oldunuz" demekki koşarken yoluda mı görmek gerekliymiş ,samırım evet.. o zaman hangi koşuştan bahsediyorum. Gogol'un bunu bize öğretmiş olması gerekmiyormu? sanırım çoğumuz Gogol'dan değilde sokakta yürüyen sarışın'lardan bunu öğrenmeyi huy edinmişiz.. garipsiz.gereksiz.arsız. yetersiz..
eğer benim,onun,bunun olmuyorsa neden.. onlardan öğrenelimki. ilginç bir sendromla karşı karşıya kalınınca Brad pitt filmlerine sarmalı mı acaba.. oda sarışın oda yakışıklı. oda sexy. sanırım. oda benim,onun,bunun değil..
sahibini arayan diye birşey varmı ki bunu arıyoruz..
değişikliğin en büyük mertebesinde arayış olunca boku fazla çıkıyor ve en ilah -aslında çaresiz olarak- kendimizi ilan ediyoruz. ha bunu baştan yapsakta bir halt değişmeyecekti o ayrı. çünkü hepimiz varlığımızı bu yolda silmeye çalışan tipler olarak ortaya çıkmış oluyorz daha sonra.. istemsiz belkide.
bugün bunu yaşayabilirim.
tanrı'nın işaretini göremeyen göremeyecek biri olarak ..
adı olmayan bir güzel uğruna değil,sizin ki öyle olsada bu öyle değil.
bundan sonra bu tür vakaların adı ;"Allah!ın garibi" olacak sanırım. yüksek bir mertebe bu aslında...
adı olmayan güzelin sonucu ;
"olsun varsın biz yinede mutluyuz, bu dünyada olmazsa ahrette huzur buluruz"
( götümü yesin o ne kadar varsa sarışın ve adı olmayan güzel)
hepsini bir, gri-huzursuz çakmakla yakmak hoş olurdu onların ...

Gayfe içtim gayfelendim


yapmayı hala bilemediğim halde.. yapılışını ısrarla o pişerkenki kokusu arasında umrumda olmadığı halde büyük bir zevkle bakarken.. yapan kişiye asla imrenmemiş ama "aşık" olma potansiyeline çokça girmiş bulunmaktayım.
sınavlara hergün aynı modda binlerce soru ile çalışırken hergün içip .. "geçirsene stresimi,tadında çok güzelmiş" heveslerine girmek..
yada; içilirken inanmadığım halde "falda ne çıkacak" acaba piskolojisini alt üstederek yaşamak..
birde arada yapılan sohbet.. tam yerine oturmaz aslında herzaman ki gibi sohbetin, dedikodunun taşları amma velakin genede acının tadında tatlı tatlı.. bir muhabbet akar.
fıtratımıza işlememiş sıkça dedikodu paneli gene devre dışı kalabilir. kahvenin verdiği gelenek azda olsa "fal" kısmında bizi dedikodu itiyor.. itmiyor değil.
bittikten sonra geride sadece "gizem" kalıyor..
"3 dedi 5 dedi .. neyin 5i neyin 3ü.." "aa oğlum baksana gözvar,gözyaşın var" "neyin gözyaşı..hangi mendeburun gözü kalmışş.."
aslında karşıdakide bilmiyor. ama mutlu olmak için bunların bunların ardından gelmek yeterli oluyor sanırım.
bize oluyor yada.
çünkü gerçeği kimsenin bilemeyeceğini,bilsede eminim yanlıştır diye.. kazımışız bilinçaltımıza,üstümüze vs ..
en keyiflisi aslında fal'da bittiğin e ardından bir müzik açıp .. fincanlar öylece önünde dururken ardında bir sgra yakmak oluyor sanırım.. işte tam bu anda "kahve içtim kahvelendim" (bknz; gene piskolojimin a... ş.çıldı) oluyor.

9 Temmuz 2010 Cuma

Montaigne, haklı olabilir ..


"ters bir rüzgar,bağrışan bir karga sürüsü,bir atın sürçmesi,yukarıdan bir kartalın geçivermesi,bir rüya,bir ses,bir görüntü,bir sabah sisi yeter bir devi yıkıp yere sermeye" diyor ;
Montaigne.

binlerce kollu,binlerce kafalı bu azgın dev nedir aslında?
Hep aynı zavallı,dertli,cılız insanoğlu!

Aşifte hayat, bizide uçur ...!


"dilsizler haberini kulasız dinleyesi
dilsiz kulaksız sözün can gerek anlayası"

yeniden üretilebilecek bir yaşam bize vermedin.. yeniden yaşanacak bir yaşamda bize vermedin.. bir bilet bile yok. peki ya kanıt.. oda yok
yaşamsal 3-5 destek ve.. üsküdar-beşiktaş motorları.. taksim otobüsleri.
ufak iskemleli çay bahçesi.. yetinmeyi bildik. ama bunlarıda "biz" bulduk.
hatta kırmızı paketide. içindeki sırrı ve stress çözücü elementide.
birde kırmızı çakmağın kerameti. birdee "fallanmış" türk-beyrut falları..
kattığın yada katacağın hiç bir şey yokken.
fazlalık beklemezken.. bırak kenara yaban'lığı. bizide bolanla göğe uçur..
geri dönmeyecek şekilde olsun.
kim geri dönmek ister ki.. bindikten sonra ama.
. ışık kapandı bir anda ..
"allahü la ilahe illaa ....... "
.
.

yanlızlık .. sus payı (!)


Sis içinde herşey görünür,ama yüzleri renkleri görünmez..
herkes sisemi kapıldı şu kasvetli havada ..
beyrut; karşıda
ayşe;erenköyde
pelin;tekirdağda
kutay;avşada
betty;uzak biryerde işte.
merve;avcılarda
vildan;erzincanda
büşra;gümüşhanede
Ben gene ve yine..genelerle.. aynı yerdeyim.
biri benide götürsün.
yoksa atlarım.
atlayayım mı?
"tam da sen ben olmuşkenn"

"cenab-ı aşk"


ızdırab olmadan hiç akş olurmu ?
aşk bir noktaydı.belki artar ama asla çoğalmazdı.
vakit geçmeden,kendi kendini kendi elleriyle kendi toprağa vermeli.
o halde aşk ;vücudu baki kılmak için çırpınanların değil,vücudu fani kılmak için için çabaşayanların işi. a
aşk değil mi adı,o halde dile gelmekten,dilde ikamet etmekten niçin kaçınsın, niçin yaresini dil-i yare göstermekten utansın ?
öyle ya,aşk olmadan vermenin,verdikçe yüceltmenin,yaşamak için vermeyi .. yaşamanın adı değil mi.?
kim kalmayı değil gitmeyi,yaşamayı değil ölmeyi özlemiş ki?
vazgeçmeden,özlemeden,kimler kimse kim olabilmiş ki?
dert ve ızdıraptan kurtulmanın çaresine bakanların ara sokaklarda işi ne ?
biz bakamadık çaresine bir lokma aşk'a muhtacız şimdi ..

Balık ve Tango

Ben bir kayıp kızıyım! ah bahtım.. pılı pırtıyı en iyi ben toplarım. hiç birşey olmamış gibi güleç durmalı yüzüm. rengim kimseye uymuyor ve çoğu kez hercai bilirler
bu yüzden beni,biliyorum.
uygunsuzum.
halbuki ev taşınırken en sona kalan ve çoğu kez perdeleri sökülmüş bir pencerenin içinde unutulan küpe çiçeği kadar yanlız ve vazgeçilmeye hazırım.
Üzldüğümü kimse fark etmesin,ne arkadaşlarım,ne ziyaretçiler,ne başkaları..
bir nara ..yetişşin.. hatta bilinçsizce. hiç fark etmez.